Ülkemizin sinsi tertiplerle nerelere getirildiğini kendi gözlerinizle görün. Atatürk'ün: "Kendilerini yöneten hükümetin icraatına katlananlar, o icraata katılmış sayılırlar" sözünü anımsayarak izleyiniz. Siz de Benim gibi dehşete kapılacaksınız.
Tabi, (başta bakan olmak üzere) aynı gerici-tarikatçı kafalar Üniversitelere de el atmaktan geri kalmadı. Atadıkları YÖK başkanından, rektörlerden, Üniversitelerde Atatürkçü öğretim görevlilerine uygulanan kıyımdan belli değil mi !
9 Ağustos 2006 tarihinde, Milli Eğitim Bakanlığı Kurum tanıtım yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle, Okulların adındaki, Türkiye Cumhuriyeti ibaresi Kaldırıldı.
Milli Eğitimde, Yönetici Atama Yönetmeliği, değiştirildi.
Özel yurtlar yönetmeliği değiştirilerek, bu yurtlarda dinsel propaganda yapmak suç olmaktan çıkarıldı.
700 e yakın imam kurumlar arası nakil yoluyla, Milli Eğitim kadrosuna geçti.
Temel Eğitim politikalarını belirleyen.,kitapları inceleyen ve programları hazırlayan, Talim Terbiye Kurulu’nun, sadece tüm üyeleri değil, 167 uzmanı da Görevden uzaklaştırıldı.
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda yapılan değişikliklerle, Önce yardımcı ders kitaplarının ve Eğitim araçlarının, sonrada ders kitapları Ve Öğretmen Kılavuz kitaplarını inceleme ve denetleme yetkisi, Talim Terbiye Kurulundan alındı.
Baş Bakan Erdoğan, “ Onuncu Yıl Marşını” okumakla Türkiye Raylarla Donanmıyor. Bu işler lafla olmuyor. Marşı oku demir ağlarla ör. Neyi ördün yahu neyi. Ama bak biz örüyoruz. Öreceğiz inşallah.
Dada da devam edeceğiz. Demir ağlarla ördük diye bunlar konuşuyorlar. “Neyi örmüşler” açıklamasını yaptı.
“Onuncu Yıl Marşı” ders kitaplarından çıkarıldı. Beyoğlu Belediyesi’nin, ilköğretim öğrencilerine dağıttığı Resimli Trafik Rehberi’nde Şu ifadeler yer alıyor. Kuşkusuz trafik kazaları da diğer büyüklü küçüklü bütün olaylar gibi, Taktiri İlahidir. Çünkü her şey Allah’ın taktirine bağlıdır. Onun ilminin dışında bir şey olamaz. Hatta bir yaprak dahi onun izni olmadan kıpırdayamaz.
Bu bakımdan bazılarının ”vatandaş trafik kazaları kader değildir” teraneleri bizim Tevhidi Birlik esası üzerine kurulu inançlarımıza aykırıdır.
Yeni ders kitaplarında, Padişah Vahdettin ile, Damat Ferit’in İngilizlerle işbirliği yaptığı anlatılmıyor. Yeni ders kitaplarında, Atatürk’le Vahdettin arasında uyum olduğunu çağrıştıran ifadeler bulunuyor.
Yeni ders kitaplarında, Padişah Vahdettin in İngilizlere sığındığı bilgisi bulunmuyor.
Yeni ders kitaplarında Halifeliğin kaldırılışı, Laikliğe geçişin büyük adımı olarak ele alınmıyor.
8. sınıflarda okutulan “İnkılap Tarihi” kitabından, Atatürk’ün eşi Latife Hanımın başı açık fotoğrafı çıkarılıp, yerine başı örtülü fotoğrafı kullanıldı.
Yine 8. sınıflarda okutulan ”Din Kültürü Ahlak Bilgisi” kitabında tarikatlar, yeni bir anlam yüklenilerek övülüyor.
Yeni ders kitaplarında, Laiklik tanımlanırken, laikliğin dinsizlik olarak algılanmasını sağlayacak, “dini olmayan şey” ifadesi kullanılıyor.
Liseler için hazırlanan ders kitaplarında, Atatürk’ün Nutku (Söylevi) konulmazken, “Türkler bir milyon Ermeni’yi ve otuz bin Kürdü katletti” diyen yazar Orhan Pamuk’a yer veriliyor.
Yeni ders kitaplarında Şeyh Sait ayaklanmasının Adı ”Doğu İsyanı” olarak değiştirilirken, Şeyh Sait’in tarikat lideri olduğu ifadesine yer verilmiyor.
2 Ekim1920’de Konya’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı İngiliz ve Fransızların desteği ile başlayan “Deli Baş Mehmet” isyanı ve isyancıların başı Deli Baş Mehmed’in bir İngiliz Rahibi’nin yardımıyla Yunanistan’a sığınması yeni kitapta yer almıyor. Evliya olarak anılıyor.
İlköğretim öğrencileri için başlatılan “100 Temel Eser” uygulamasıyla yayınlanan kitaplara, Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı ifadeler, yabancı masal kahramanlarının diyaloglarına İslami söylemler serpiştirildi. Tarikat liderlerinin yasaklanmış kitapları, takma adlarla öğrencilere sunuldu.
“100 Temel Eser” uygulanmasından bazı örnekler,
Mendilin ipeklisi Tarlanın keseklisi İyi olur oğlanlar Karının göbeklisi.
Ecevit in kafası Cum Sezer’in sopası Aptal olduk hepimiz Kafaları kopası
Bazı Liselerin İnternet sitelerinde irtica propagandası yapan yazılardan örnekler Laiklik kavramını istismar ederek insanımıza dünyayı dar etmeye çalışanların Cumhuriyet tarihi boyunca Laiklik kavramı üzerinde ittifak ettikleri tek konunun bu kavramı cadı kazanı gibi kaynatıp, inanç ve fikir sahiplerini, bu kazanda eritme olduğuna şahit olmuş bir kuşağız.
Evlenmeden birkaç gün önce resmi nikah denen uyduruk formalite, kimseyi davet etmeden gözlerden ırak bir şekilde tamamlansın. Böylece bizim nazarımızda İslam nikahın nikah olduğu, resmi nikah ise, beş paralık kıymeti olmayan bir formalite olduğu, dosta düşmana ayan beyan ispat edilmiş olur.
Atamızın Eğitimle ilgili şu söylediklerini unutmayalım:
Cumhuriyet'in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok ızdırap çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır. (1930, Kırklareli) (Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AKDTYK. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 437)
Eğitimdir ki, bir ulusu ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır, ya da bir ulusu esaret ve sefalete terk eder.
Siz genç arkadaşlar, yorulmadan beni takip etmeye söz vermişsiniz. İşte ben özellikle bu sözden çok duygulandım. Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar yorulmadan ne demek ? Yorulmamak olur mu ? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her canlı için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yani, yeni Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. ..dinlenmemek üzere yürümeğe karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. (1937, Ankara) (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 327-328)
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün mana ve şekliyle uygar bir toplum haline getirmektir . İnkılâplarımızın ana ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri darmadağın etmek zaruridir. Şimdiye kadar milletin, beyinlerini paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur.
Bu gün e-postama gelen bir Powerpoint sunum dosyası bu yazıyı yazmama neden oldu. Ne zamandır en önemli ATATÜRK devrim hareketlerinden biri olarak gördüğüm bu olgu beni öteden beri çok etkilemiştir. Eğer bu oluşum kaldırılmasaydı günümüzde sanmıyorum ki ne AKP iktidar olurdu ne de türban hadisesi tartışılırdı. Görüyorum ki o günlerde yobaz, gerici Atatürk devrimleri karşıtı kesim ile toprak ağaları tarafından yapılan baskılarla bu kurumların kapatılması sonucunda günümüzde ülkemizin geldiği noktayı görüyor ve her Kemalist öğretmen gibi benimde yüreğim sızlıyor. Aşağıda konuyla ilgili çeşitli kaynaklardan derlenmiş yazılar ve Fotoğrafları bulacaksınız. Elbette ki Atatürk ün de konuyla ilgili söyledikerini yazmadan edemeyiz…. Ayrıca buradaki web sayfasından da köy enstitülerinin tüm tarihçesini okuyabilirsiniz.
İNÖNÜ'NÜN EL YAZISI İLE KÖY ENSTİTÜLERİNE SADAKAT SÖZÜ...
Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi , en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim.(9.5.1941)
diye söz vermişti İnönü. Köy enstitülüler, bu sözü yıllar sonra acıyla anımsayacaklardı.
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN DOĞUŞU ve BAŞARDIKLARI
Köy Enstitüleri fikri ( 17 Şubat- 4 Mart 1923) 1. İzmir İktisat Kongresinde kendini gösterir. Bu anlamda İzmir İktisat Kongresinde ” liberal ekonomi” modeline uygun olarak “ faydacı eğitim” felsefesi benimsenmiştir. Bunun kanıtı da, faydacı eğitim felsefesi fikrinin öncüsü John Dewey’in Türkiye’ye davet edilmesidir. ( 1924) Dewey kalkınma için gerekli eğitim hamlesinin başlatılmasını, eğitim hizmetlerinin köye götürülmesi ile sağlanabileceğini belirtmiştir. Köye eğitim hizmeti 1936 da başlamış ve bu tarih de 35.000 köyde ilkokul yoktur. 16 Milyon nüfusun 12 milyonu köylüdür. Bunlardan erkeklerin % 76.7 sı, kadınların ise % 91.8 i okur- yazar değildir.
İlk adım 1926 da Milli Eğitim Bakanı Mustafa Nejat tarafından atılmış “ Köy Muallim mektepleri “ açılmıştır. Daha sonra 1936 da deneme amaçlı başlayan “ Köy Enstitüleri” 1940 da yasallaşarak Türk Eğitim tarihinde doğan reform olmuştur. 1942 de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılmış ve 1946 da sayıları 21 e ulaşmıştır. Kuruluşu üzerinden 6 yıl sonra programları ve dersleri değiştirilmiş, 950 yılında da kapatılma sürecine girip 1954 de kapatılmışlardır. 1950 den sonra “ Marshall yardımı” nın gelişi kapatılma süreçlerininhız kazanmasına neden olmuştur. Bu yardım içinde “Köy Enstitüleri”nden vazgeçilmesini sağlayan 12 kadar eğitim projesi vardır.
KÖY ENSTİTÜLERİ’NİN BAŞARDIKLARINI ŞÖYLE SIRALAYABİLİRİZ :
- Yüzyıllardır biriken feodal toplumun üretim ve yaşam biçimini ortadan kaldırmaya başlamıştır. - Bilimsel ve felsefi anlamda laik eğitim başlamıştır.
- Feodal toprak rejiminin değişimi toprak ağalarının kendilerinin ortadan kaldırılma tehdidinin hissetmelerine neden olmuştur. - Sanayi için eğitilmiş, nitelikli iş gücü oluşmaya başlamıştır
- Sanat, edebiyat, bilim teknoloji de olumlu beklentiler oluşmuştur. - Atatürk’ün özlediği demokratik toplum ve kültür için kurumsalalt yapı oluşmaya başlamıştır.
- Ataerkil toplumdan çekirdek aile toplumuna dönüş belirtilerini vermeye başlamıştır.
- Ezberci değil, analitik düşünen
- sorgulayan birey yetiştiren demokratik ve üretici eğitim başlamıştır. Bu bağlamda yukarıda yer alan özellikler statükoyu rahatsız etmeye başlamıştır.Köy Enstitülerini kuranlarda yıkanlarda statükolarını korumak ve güçlendirmek için hareket etmişlerdir. Bu emellerini gizlemek için de “ Köy Enstitü”lerinin üzerinden politika yapmışlardır. Görüldüğü gibi, demokratik kültürden, bilim ve bilimsel düşünceden yana olmayan her birey ve kurum “ Köy Enstitü”lerinin ortadan kaldırılmasında birinci derecede sorumluluk sahibidir. Bu gün önemli olan; Köy Enstitüsü ruhunun yeniden kazanabilmektir.
Kaynak : Mustafa Demir
KÖY ENSTİTÜLERİ NEDEN KURULDU, NEDEN KAPANDI ?
İstanbul Cumhuriyet Okurları aylık söyleşi toplantısında çıkarılacak bültende yer alacak konular konuşulurken, Köy Enstitüleri üzerine bir yazı yazmam istendi. Köy Enstitüleri gibi geniş kapsamlı bir konunun yarım sayfalık bir yazı içinde anlatılamayacağı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 da 3083 sayılı yasayla, Hasan Ali Yücel’in Bakanlığı – fikir babası İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulmuştur. 1930 lar Türkiye’ sinin nüfusunun % 80 nin den fazlası köylü olan, çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak bugün dahi bir çok ülkeye örnek olabilecek üretime dönük öğrenimi öngören eğitim kurumlarıdır. Başka bir deyişle Anadolu’nun aydınlanması idi. Köy çocuklarının alındığı bu okullarda amaca uygun olarak eğitildikten sonra geldikleri köylere donanımlı ( tarım, iş, sanat, sağlık ) öğretmen olarak gönderiliyorlardı. Köylülerin bu gibi aydınlanma sürecinden rahatsız olan toprak ağaları, Cumhuriyet karşıtları ve din istismarcılarının çıkarları bozuluyordu. Onlar için bu kurumların kapatılması gerekiyordu ve kapatıldı. Eğer kapatılmamış olsalardı; gidilmemiş köy, okulsuz çocuk, işlenmemiş toprak, kullanılmamış su, aç- açık insan, işçileri sokaktalar da aç dolaşan kapatılmış fabrikalar olmazdı. Eğer kapatılmasalardı işçilerimiz yabancı ülke kapılarında iş aramayacaklar, aileler bölünmüş olmayacaklardı. En önemlilerinden bir tanesi de, bugünkü töre cinayetleri işlenmeyecekti. Son yıllarda üzerinde en çok durulan köy boşalmaları yaşanmayacaktı. Çünkü insan için gerekli olan hizmetler köyde üretilir olacaktı. Kapatılmamış olsalardı bu günkü özgürlük kavgaları yapılmayacaktı. Çünkü Köy Enstitüleri bir özgürlük ve özgürleşme eylemi idi. Bir Köy Enstitülü olarak bu kurumların kuruluşunda ve yaşatılmasında emeği geçen herkese saygılarımı sunuyorum.
Kaynak : İzzettin YAŞAR Emekli Öğretmen
ATATÜRK, KÖY ENSTİTÜTÜLERİ’NE OLAN ZORUNLU İHTİYACIN GEREKÇELERİNİ ŞÖYLE AÇIKLAR :
“Efendiler! Asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetlerin tamamı eğitim isteğini ortaya koymuşlardır. Ancak bu arzularına erişmek için doğu ve batıyı taklitten kurtulamadıklarından, sonuç, milletin cehaletten kurtulamamasına sebep olmuştur. Bu acı gerçek karşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz eğitim siyasetimizin esas çerçevesi şu olmalıdır; demiştim ki bu memleketin asıl sahibi ve toplumsal varlığımızın asıl nedeni köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bu nedenle bizim takip edeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, evvelâ mevcut cehaleti yok etmektir.”
“Efendiler!
Bu hedefe ulaşmak, eğitim tarihimizde kutsal bir aşama oluşturacaktır. Bir taraftan cehaleti yok etmekle uğraşırken bir taraftan da memleket evladını toplumsal yaşama ve iktisatta fiilen etkili ve verimli kılabilmek için acil olan ilkel bilgiyi işe yarar bir tarzda vermek kuralı eğitimimizin esasını teşkil etmektedir.
Efendiler!
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel TÜRKİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞI İLE KENDİ BENLİĞİNE VE MİLLİ GELENEKLERİNE DÜŞMAN OLAN BÜTÜN UNSURLARLA MÜCADELE ETMEK LÜZUMU ÖĞRETİLMELİDİR.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
KÖY ENSTİTÜLERİ FOTOĞRAF ALBÜMÜ :
Nadir Eyinnen'in Konferans Notlarından :
“Başarıyla tamamlanan Kurtuluş Savaşımızın ardından Cumhuriyet ilan edilmiş, Kemalist önderlik ülkenin inşası için kolları sıvamıştır.
Hedef ‘Çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmış’ yeni bir toplum yaratmaktır. Köylünün özgürleştirilmesi, ağa-şeyh-tarikat üçgeninden kurtarılması, sanayi toplumu yaratmanın olmazsa olmaz koşuludur.”
“Kurtuluş Savaşı’nın ağır yükünü çeken, henüz demokrasiyi yaşatacak ve Cumhuriyet yurttaşı niteliğine kavuşamamış olan köylüler, uygar toplumun tüm nimetlerinden yoksundurlar. Cumhuriyetle birlikte girişilen köye hizmet çabaları ya köylünün beklentilerine uymadığı ya da becerilemediği için yarım kalmıştır.
Başarı için köylünün dilinden anlayan yeni bir aydın tipine gereksinim vardır. Bu da köylünün kendi içinden çıkarılabilecektir. İşin bu püf noktasını ilk yakalayan ve kendisi de bir köylü çocuğu olan büyük eğitimcimiz İsmail Hakkı Tonguç’tur. Büyük güçlüklerle öğrenim olanağı bulan Tonguç, Köy Enstitüsü sisteminin hem kuramcısı, hem de kurucusudur.”
Uğur MUMCU'nun Köy Enstitüleri Konuşması
“Köylüye bir şey öğretebilmek için, ondan bir çok şey öğrenmeli.”diyen Tonguç, 1938’de sorunun çözümünü şöyle açıklar:“Kanımızı ve iliklerimizi isteyerek köyün içine akıtmadıkça, kırk bin köyün kenarına münevver (aydın) insanın mezar taşı dikilmedikçe, bu köyün sırlarını anlayamayız. Köyü anlayabilmek, duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lazımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. Bizim köyün ne olduğunu evvela büyük alimler, artistler değil kahramanlar anlayacaklar, sonra alimlere ve sanatkârlara anlatacaklardır.
Türk köyü, daha belki yirmibeş yıl alim değil, kahraman isteyecektir.
Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilaç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün ‘dal’ diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç haline getirmek; ulemanın (alimin) işi değil, kahraman teknisyenler ordusunun işidir. O (köylü), bu kahramanları kendi içinden yetiştirmeğe mahkum. Bütün felaketlere katlanarak, ıstırabı zehir gibi yutarak çalışan ve başlarının üstünde şereflerle örülü birer taç taşıyan bu kahramanlar köyü dile getirecekler. O zaman yeni sesler duyacağız. Bu seslerden ürkmeden onları dinlemek lazımdır. Köyden yeni renk ve seda getirenleri saygı ile karşılamak gerekir.”
“Statükocu eğitimcilerin direnişlerine rağmen, Köy Enstitüsü düşü, ilk olarak askerliğini yapmış okur-yazar gençlerden oluşan ve okutman denilen bir grupla hayat bulmaya başlar. Bu grup 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler Çiftliği’nde dört aylık ‘Eğitmen’ kursundan geçirilip ‘geçici öğretmen’ olarak Ankara köylerinde görevlendirilir bu 84 ‘okutman’ başarılı olur.Eğitmen adayları, açılacak Köy Enstitülerinin ilk binalarını da yaparlar. Kendi köylerine giden eğitmenler, topladıkları çocukları üç yıl okutup mezun ederek yenilerini alıyorlardı. Köy Enstitüleri, köylerden toplanan başıkabak – yalınayak çocuklarla oluşturuluyordu. Bu çocuklar, Enstitünün yorucu işlerini yaparken, çağdaş yöntemler kullanarak kendi yetiştirdikleri ürünlerle daha iyi beslenebiliyor, sanat ve meslek öğreniyorlardı. Her biri için en az bir enstrüman çalmayı öğrenme zorunluluğu vardı.”
“Osmanlı feodal toplumunun yerine çağdaş ve sanayi toplumu yaratmayı hedefleyen Cumhuriyet ideolojisi, kişiyi kul olmaktan çıkarıp, özgür yurttaşlar konumuna çıkarmayı hedefler. Cumhuriyet ideolojisine göre toplum ise, ümmet değil özgür yurttaşlar birliğidir. Eğitimde ise hedef, “Fikri hür, irfanı (anlayış) hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmektir.
Bir devrimin sürdürülebilmesi özellikle iki alanda kazandığı başarılarına bağlıdır. Bunların biri hukuk diğeri ise eğitim alanıdır.Bu nedenle Cumhuriyet Devrimini sürdürebilmek ve Türk toplumunu “Çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne” çıkarabilmek için, eskiyen Osmanlı feodal kurumlaşmasının parçalanıp dağıtılması ve yerine yeni kurumlaşmanın yaratılması zorunluydu. Feodalizmin tasfiyesi ancak yeni kurumlaşma ile mümkündü. Feodalizmin tasfiyesi demek ise köylünün özgürleştirilmesi anlamına geliyordu.”
“Köylüyü özgürleştirmekten ne anlıyoruz? Hem ekonomik, hem de düşünsel (ideolojik) düzlemde özgürleştirmeyi anlıyoruz. Burada belirleyici olan, -yani diğerini de etkileyecek olan olgu ekonomik özgürleşmedir. Ekonomik olarak bağımsızlığı olan bir kesimi düşünsel planda özgürleştirebilirsiniz. Köylüyü tarikat ideolojisinden kurtarabilmek için köylünün, ağanın marabası olmaktan çıkarılması ve toprağın sahibi olması gerekir. Bunun için gerekli olan tek şey Toprak Devrimidir.
–Bazılarının ifade ettiği gibi toprak reformu değil!-
Ancak Toprak Devrimini başlatmak ve sürdürebilmek için köylü önderlerine ihtiyaç vardır. Çünkü her devrim kendi öncü kadroları vasıtasıyla yürütülür. Oysa o gün açısından bakıldığında Toprak Devrimi bu öncü kadrolarından yoksundur. Köylüyü örgütlemek için köye gönderilen kentli kadrolar ya köylüyü anlayamadıkları için köylüyle diyalog kuramamakta ya da köydeki sıkıntılara göğüs geremedikleri için köyü bırakıp geri dönmektedirler. Bu sorunun tek bir çözümü kalır. İsmail Hakkı Tonguç’un dediği gibi; ‘O (köylü), bu kahramanları kendi içinden yetiştirmeğe mahkum’ dur.”
"İşte Köy Enstitüleri böyle bir sürecin ve böyle bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkar. Hedefi Toprak Devrimine önderlik edecek –yani köylüyü özgürleştirecek- kadrolar yetiştirmektir.Ve de öyle yapar. Zaten patlama noktasında olan toplumda öylesine çabuk filizlenir ki, toprak ağalarının yanı sıra, devrimden sonra palazlanmaya başlayan Cumhuriyet burjuvazisinin de yüreklerine korku ateşleri düşer. Daha CHP iktidarı döneminde 1946-47’de Köy Enstitüleri hedefinden saptırılarak öğretmen okullarına çevrilir. Böylece 1950’de iktidarı ele geçiren karşıdevrimcilerin Köy enstitülerini tamamen tasfiye etmeleri için zemin hazırlamış olurlar.
İşte bu yüzden, dünden bugüne süren Köy Enstitüleri tartışması, aslında Cumhuriyet Devrimi’ne karşı alınan tutumla aynıdır. Kim ki Atatürk Devrimine karşı çıkmış ve sulandırmıştır, o, Köy Enstitüleri’ne de karşı çıkmış ve sulandırmıştır. Köy Enstitüleri bir nostalji değildir. Köy Enstitüleri Cumhuriyet Devrimi’nin dününün, bugünün ve yarınının gerçeğidir. Her kim ki Köy Enstitüleri’ni dünün bir nostaljisi olarak yad etmek istiyorsa bilin ki Köy Enstitüleri’ne ve Atatürk Devrimlerine ihanet içindedir.”
“Son olarak şunu söyleyeyim:
Hasan Ali Yücel’in ‘Bu bizimdir, kimseden almadık; bizden alsınlar…’dediği Köy Enstitülerini bugün yeniden kurabilir miyiz? Hayır.
Aynısını kuramayız ama daha iyisini kurarız. Çünkü bugün gerek bilgi açısından, gerek yetişkin insan açısından, gerekse teknoloji açısından 1940’lara göre çok daha ilerdeyiz. Peki, sorun ne? Sorun 1946’lardaki sorunla aynı. İktidar sorunu! İktidarın, Cumhuriyet Devriminden vazgeçmiş, uzlaşmacı ve teslimiyetçi anlayışların ve karşı devrimcilerin elinden kurtarılması gerekir. Köy Enstitüsü projesinin devrimci bir iktidar tarafından yürütüldüğünü dikkate alırsak, başka seçeneğimiz yoktur. Karşı devrimcilerden iktidarı geri almak, Cumhuriyet Devrimi’ni sürdürmek, Toprak Devrimi’ni tamamlayarak feodalizmi tasfiye etmek, günümüz devrimcilerinin omuzlarındaki vazgeçilemez bir görevdir.”
Dünyanın en zekî insanı: "Türkiye'de okumak istesem ÖSS'yi kazanamam"
Nadia Camukova, Einstein'ın zekâ testinden 200 puan üzerinden 199.37 aldı. 7 dil bilen Camukova, 25 yaşında dünyanın en genç profesörü oldu.
Moskova Beyin Araştırmaları Enstitüsü tarafından dünyanın en zeki insanı ilan edilen Prof. Dr. Nadia Camukova, "Bugün Türkiye'de üniversiteye girmeye kalksam belki ÖSS'yi kazanamam!" itirafında bulunuyor. Türkiye'deki sınav sisteminin öğrencilerin kapasitelerini körelttiğini söyleyen Camukova, sınav sistemi ile ilgili ise şu yorumu yapıyor: "Bir insanın hayatını 3 saate sığdırmak kadar yanlış bir şey yok. İnsan hayatını Milli Piyango'dan çekmiyor ki!" Dünyanın en zeki insanı Camukova, Türkiye'deki üstün potansiyelli insan özelliğinin dünyanın hiçbir yerinde olmadığını iddia ediyor. Türkiye'nin dahilerinin yabancı ülkeler tarafından bilinçli olarak yok edildiğini vurgulayan Camukova, "Bazı üstün zekâlı öğrencilerle normal zekâlı çocuklar aynı ortamda kaynaştırılmaya çalışılıyor. Bu tür yollarla üstün potansiyelli çocuklar yok ediliyor, normalleştiriliyor." diyor. Genç profesör, Türkiye'de televizyon kültürünün insanları tembelliğe sürüklediğine de dikkat çekiyor. Dünyada genel kabul gören istatistiki verilere göre bir toplumda 1 milyonda 1 dâhi çıktığını söyleyen Nadia Camukova, Türkiye'de üstün potansiyelli dâhi seviyesinde en az 70 insanın olması gerektiğini belirtiyor. Türkiye'de bulunan 70 dâhiden en az 60'ının normalleştirilerek çürütüldüğünü öne süren genç profesör, yeni doğmuş çocuklarla 7-8 yaşına kadar gelmiş olanları kurtarmanın mümkün olduğunu anlatıyor. Camukova, Rusya'daki sistemi ise şöyle özetliyor: "Bu iş devlet politikası olmalı. Bunun içine o çocuğun doğduğu günden itibaren sağlık kontrolü ile birlikte beyin kontrolü gelişmesini inceleme işi devreye girer. 1 yaşına kadar her 15 günde bir, eve gelerek çocuğu kontrol eden doktorları olan ülkeler var. Bunlardan biri Rusya. 1 yaşını doldurana kadar doktor çocuktan sorumludur. Her 15 günde bir, eve giderek evin sıcaklık derecesinden içindeki moral düzeyine kadar bütün verileri, özel defterine geçer. Ve o çocuğun ölmesinden de doktor sorumludur." Nadia Camukova şu an 30 yaşında. 25 yaşında iken dünyanın en genç profesörü olmuş. 3 yıl önce yapılan Picasso testinde 360 üzerinden 357, Einstein standartları ölçümünde ise 200 üzerinden 199,37 puan alarak dünyanın en zeki insanı unvanını almış. Camukova, Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Arapça ve Farsça olmak üzere 7 yabancı dil biliyor. Bugüne kadar 3 bin civarında kitap okuyan Camukova, "Her gün bir kitap okumaya çalışıyorum. Karl Marks'ın Das Kapital'ini 4 yaşında okudum. Kur'ân'ı da aynı yaşta okuyup ezberledim. Okuduğum bir kitabı ikinci kez okumam ama zevk alarak tekrar tekrar okuduğum tek kitap Kur'ân'dır. Her 20 günde bir okurum." diyor. 'Dindar mısınız?' sorusuna, 'İnanacak kadar zekiyim.' diye cevap veren Camukova, "Yaratılışa inanıyorum. İnanmıyorum diyen insanlar kısa vadeli inançlarla yaşarlar aslında." diye konuşuyor.
En zeki insan`dan Atatürk`e övgü 199.37 IQ ile dünyanın en üstün zekalı insanı unvanını taşıyan Dağıstanlı Prof. Dr. Nadia Camukova, Batı`daki bilgi ve Doğu`daki duygu dengesinin en iyi Türkiye`de olduğunu vurguladı. Camukova, `Türkler dünyanın dengesini korumak için varlar. Türkiye`nin vazgeçilmez, yok olma noktasından varlığa taşımış olan bir lideri, Atatürk`ü var. Türkiye Atatürk`ü yaşatmadığı zaman dünya dengesini negatif şekilde etkileyecektir` dedi. Okan Üniversitesi`nde dün bir konferans veren Camukova`ya, salonu tamamen dolduran öğrenciler büyük ilgi gösterdiler. `Dünyada en zeki insan olmak önemli değil. İnsan olabilmek ve insan kalabilmek çok önemli` diyen Camukova, `Zekayı rakamlar üzerinden görmek yanlış. Zeka problemleri çözme yeteneğidir` dedi. `Türkiye ve Türkler Allah`ın sevip de yarattığı bir soy` diyen Camukova, dünyaya verilmiş olan birkaç liderin başta gelenlerinin içinde Atatürk`ün olduğunu vurguladı. Camukova şöyle devam etti: `Türkiye`yi yok olma noktasından varlığa taşımış olan bir lider. Türklerin ileriye yönelik varlığını korumak için var olan bir Atatürk var.`
Dünyanın en zeki kadını Türkiye`de! Hafızasında tam üç bin kitap var
Dağıstan Devlet Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Nadia Camukova, 199.37 IQ ile dünyanın en üstün zekalı insanı unvanını taşıyor. Prof. Camukova`nın hafızasında tam üç bin kitap bulunuyor. Yedi dil bilen Nadia Camukova, şu anda Türkiye`de ve Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı`nın davetlisi olarak Ahmet Yesevi konusunda araştırma yapıyor. DAĞISTAN Devlet Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi ve edebiyatçı Prof. Nadia Camukova, `dünyanın en zeki insanı` unvanını taşıyor. Prof. Camukova`nın bu sıfatı, iki yıl önce Moskova`da düzenlenen uluslararası bir toplantıda tespit ediliyor. 23 ülkeden bilim adamının katılımıyla düzenlenen toplantıda yapılan ölçümde, Prof. Camukova`nın IQ`sü 140-200 aralığında 199.37 çıkıyor. 14 yaşına kadar Moskova`da yaşayan, daha sonra Dağıstan`ın başkenti Mahaçkale`ye yerleşen Camukova`nın farklılığı, henüz bir yaşındayken doktor olan annesi tarafından fark ediliyor ve sekiz kişilik seçilmiş öğrenciler arasında okuması sağlanıyor. Ünlü mutasavvıf Ahmet Yesevi üzerine yaptığı bir araştırma dolayısıyla Türkiye`de bulunan 29 yaşındaki Prof. Nadia Camukova, sorularımızı cevaplandırdı. FAZLA OKUYAMIYORUM Dünyanın en yüksek IQ`süne sahip olmak keyifli mi, yoksa rahatsız edici mi? - Küçükken çok şey fark etmiyorsunuz zaten. Fark ettiğiniz şey, yaşıtlarınızın arasında olmadığınız. Ben üç yaşındayken yedi yaşındakiler, 3.5 yaşındayken 10 yaşındakilerin arasında yaşıyordum. Ama asıl sıkıntı, 23 yaşında beyin kanaması geçirince başladı. Zihnimdeki birikimden dolayı kanama geçirmiştim. O günden sonra fazla okuyamıyorum. Çünkü okuduğum her şey aklımda kalıyor. Nasıl oluyor bu? - Bende fotografik bir hafıza var. Yüzleri unutuyorum ama okuduğum herhangi bir kitabın bütün cümlelerini, noktasına, virgülüne kadar hatırlıyorum. Böyle üç binden fazla kitap var hafızamda. Mesela neler, Suç ve Ceza, Anna Karenina? - Klasikler elbette var. Sovyetler dönemindeki eğitim sisteminde hepsini okuyorduk çünkü. Bilgi, bilgisayarın hafızasında nasıl kalıyorsa, benim hafızamda da öyle kalıyor. GELECEĞİ SORUYORLAR Kaç dil biliyorsunuz? - Rusça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Türkçe ve Farsça olmak üzere yedi dil biliyorum ve sağlık sebebiyle daha fazlasını da öğrenmek istemiyorum. - Peki bu kadar zeki olduğunuzu öğrenenler nasıl bir tepki gösteriyor? Rusya`da bunun duyulmasına izin vermedim. Onun için sorun yoktu. Ama Türkiye`de nasılsa duyuldu. Duyulduktan sonra da, bazı insanlar bana geleceklerine dair sorular sormaya başladılar. Neden bilmiyorum ama bir tür falcı veya medyum muamelesi yapıyorlar bana.
Dünyanın en zekisinden tavsiyeler
Eskişehir`de düzenlenen `Dünya Bilim Kurgusu ve Türkiye` konulu söyleşiye 199.37 IQ`su ile dünyanın en zeki insanı olarak bilinen Prof. Dr. Camukova konuşmacı olarak katıldı. Yazı boyutunu büyütmek için Dünyanın en zeki insanı olarak bilinen Dağıstan Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nadia Camukova, dünyada en üst noktada siyasetin görüldüğünü belirterek aslında en üst noktada eğitimin kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Camukova, eğitimi, insanlara alabileceği bilgiyi vermek ve insanların aldıkları bilgiyi kullanabilmeleri olarak tanımladı. Eskişehir Tepebaşı Belediyesi tarafından düzenlenen `Dünya Bilim Kurgusu ve Türkiye` konulu söyleşiye 199.37 IQ`su ile dünyanın en zeki insanı olarak bilinen Prof. Dr. Camukova konuşmacı olarak katıldı. Sadece bilgiyi edinmekle sınırlanmayıp eğitimin kullanılması gerektiğini ifade eden Camukova, `İnsanların alabileceği bilgiyi vermek, alınan bilgiyi kullanabilmek eğitimdir. Okuma-yazmayı öğrenmek eğitim değildir. Onlar eğitimin ilk aşamasıdır. İnsanın elektriği kullanması gibi yazıyı okumada kullandığı bir araçtır. Eğitim daha ağır şekilde kendini tanıtmalı, dünyamızda ve geleceğimizde yer almalıdır. Dünyada ne yazık ki en yüksek nokta olarak siyaset görülüyor. Halbuki kişilere göre bu yüksek noktalar değişebilir. Sanatçıya göre sanattır. Bana göre ise en yüksek nokta eğitimdir. Eğitim, sanat, kültür,sağlık, siyaset gibi konular bana göre birer çarktır. Bu çarklar birbirlerine bağlıdır. Bu çarklar birbirinin desteğiyle dönmektedir. Ama bu çarkların hepsinin desteğiyle dönen bir çark vardır. O, siyaset çarkıdır. Bu kadar çark kendi içerisinde dönüp, kendi güçlerini harcayarak siyaset çarkını döndürmek zorunda. Çünkü, siyaset çarkı da strateji çarkını döndürüyor. Her türlü konu da stratejiye göre şekilleniyor.` diye konuştu. Dünyanın gelişiminde planların artık 100 yıllık değil en az 500 yıllık yapılması gerektiğini ifade eden Camukova, `Bir saniyede alış-veriş yaptığımız bir dönemde biz planımızı bugünkü hızımıza göre en az 500 yıllık yapmak zorundayız. Çünkü, zaman öyle gerektiriyor.` diye konuştu.
Prof. Nadia Camukova’nın özgeçmişi:
DAĞISTAN Devlet Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi ve edebiyatçı Prof. Nadia Camukova, 199.37 IQ ile "dünyanın en zeki insanı" unvanını taşımaktadır. Prof. Camukova’nın bu sıfatı, iki yıl önce Moskova’da düzenlenen uluslararası bir toplantıda tespit edilmiştir. 23 ülkeden bilim adamının katılımıyla düzenlenen toplantıda yapılan ölçümde, Prof. Camukova’nın IQ’sü 140-200 aralığında 199.37 çıkmıştır. Nadia Camukova, 1976'da Moskova'da dünyaya gelmiştir. Babasının görevi dolayısıyla Moskova’da doğan Nadia Camukova aslında Dağıstanlıdır ve bir Dağıstan (Kıpçak-Kumuk) Türküdür. 14 yaşına kadar Moskova’da yaşayan, daha sonra Dağıstan’ın başkenti Mahaçkale’ye yerleşen Camukova’nın farklılığı, henüz bir yaşındayken doktor olan annesi tarafından fark edilmiş ve sekiz kişilik seçilmiş öğrenciler arasında okuması sağlanmıştır. 2 yaşında okuma-yazmayı öğrenmiş, 3,5 yaşında ilkokula başlamış, 4 yaşında Marx’ın Das Kapital’i ve Kuran-ı Kerim’i aynı anda, Rusça ve Arapça dillerinde ezberlemiştir. 8 yaşındayken ilk ve ortaokulu bitirmiş, 9 yaşında felsefi konuları içeren, ‘Özel Düşünceler’ adındaki ilk kitabını yazmıştır. 11 yaşında aynı anda iki liseyi birden birincilikle bitirmiştir. 14 yaşındayken yine aynı anda Moskova Devlet Üniversitesi tarih bölümü ve Dağıstan Devlet Üniversitesi edebiyat bölümünü birincilikle bitirmiştir. 15 yaşında iki üniversitede birden doktoraya başlamış, 25 yaşında hem tarih hem de edebiyat profesörü olmuştur.
Toplam 24 kitabı yayınlanmıştır.
Testlerde Einstein'ın zekâsına sahip olduğu ortaya çıkan Prof. Camukova’nın hafızasında üç bin kitap bulunmaktadır. Türkçe, Rusça, Arapça, İngilizce, Farsça, Almanca ve Fransızca olmak üzere toplam yedi dil bilen Camukova, şu anda Türkiye’de bulunmakta ve Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın (İstanbul) davetlisi olarak Ahmet Yesevi konusunda araştırmalarına devam etmektedir.